nihat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
nihat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Aralık 2011 Perşembe

Hastahane İzlenimleri ve Aidiyet Duygusu


Geçenlerde üçüncü çocuğum dünyaya geldi. Diğer ikisi gibi bu çocuğumuzda sezaryen yöntemi ile doğdu. Ne yazık ki ilk defa çocuğumuz annesinden önce küvez ile tanıştı. İki gün sonra kendi içime baktığımda diğer çocuklarımdaki gibi bir heyecan yaşamadığımı fark ettim. Eşime baktığımda (çok duygusal olan eşim) gözlerinde annelik sevincini göremedim. Bir gün sonra kendisini hastaneden çıkardım. Hastane günde iki defa annenin çocuğu görmesine izin veriyordu. İlk gidişinde heyecanlandı. Sonrasında zoraki gitti. İkinci gün çocuğumuzu görmeye hiç gitmedi.  

 
Kendisine neden gitmediğini sordum. Kendimi anne gibi hissetmiyorum dedi. O bana yabancı gibi dedi. Gerçekten ona uzaktan baktığımda yabancıya bakar gibi bakıyordum. Karar verdim çocuğumu daha fazla orada tutmak istemiyordum. Beşinci günün sonunda çocuğumu oradan çıkarttım.

Doktor çocuğu çıkarmak istediğimi duyduğunda sinirlendi. "Biz ona çok iyi bakıyoruz. Biz çocuklara annesi babası gibi bakıyoruz" dedi. Sonra neler yaptıklarını tek tek anlattı. Kendince çocuğun ihtiyaç duyduğu her şeyi ona sunuyorlardı. Hastanede her şey tastamamdı. Üstelik küçük de olsa bir risk vardı. Sabır ile dinledim ve son sözümü söyledim. Çocuğun anneye, annenin de çocuğa ihtiyacı var. Onlar birbirlerini tedavi edecekler.


Doktorlar tedavi ederken anneden daha iyi baktıklarını nasıl iddia ederler? Oysa uyguladıkları tedavi kırılgan bir tedavidir. Bir tarafı onarırken diğer tarafları bozmaktan hiç geri durmaz. Çocuğu anne kucağından alıp küveze koyarlar. Bu sefer sarılık tehlikesi nedeni ile ayrıca ışın tedavisi uygularlar. Tüm bu tedavileri çocukta onarılmaz sıkıntılara ve hastalıklara sebep olur. (görme ve işitme problemleri sadece bazıları) Oysa anne kucağında çocuk yan etkisi olmayan daha yumuşak bir tedaviye tabi tutulur. Çocuğun, anne kucağında birçok rahatsızlığı tedavi edilir. Anne onu tedavi ederken çocukta anneyi tedavi eder. 

 
Nasıl ki çocuğunu kucağına almadığı zaman annede bile aidiyet duygusu gelişmiyorsa, şirketlerde de sadece maddesel yaklaşımlarla aidiyet duygusu gelişmez. Tıpkı doktor gibi her şeyi yaptıklarını zannederler fakat onları manen sarmadan yaptıklarının pekte kıymeti yoktur. Kırılgandır. Bir tarafı yaparken başka tarafları bozar. O yüzden lider şirketin annesi gibi olmalıdır. Şefkatli elleri ile hastalıklı bölgelere müdahale etmeli. Hem onları hem de kendini tedavi etmelidir.

7 Aralık 2011 Çarşamba

Futbol ve Basketbol Takımları Arasındaki Farklar

Peter Drucker 1992 yılında yazdığı makalede 3 tip ekipten bahsediyor. Amerikan otomotiv şirketlerini Beysbol takımlarına, Japon otomotiv şirketlerini Futbol takımlarına ve özel ekipleri ise çiftli tenis takımlarına benzetiyor.
Drucker’a göre Beysbol takımları seri ve herkes kendi oyununu oynarken, Futbol takımları ise paralel ve birlikte oynar. Buda futbol takımlarının başarılı olmasını sağlıyor. 1992 yılından günümüze çok şey değişmiştir. Drucker her ekibin özellikleri ve kullanılacakları yerlerin farklı olduğunu söylese de artık futbol takımlarını NBA’deki Basketbol takımlarına dönüştürmek gerekmektedir.  
Futbolda bilgiden ziyade oynama isteği ve azmine gerek vardır. Mahallede oynan maçlarda hiç olmazsa kalede veya savunmada oynarsınız. Basketbolda ise bilmeden oynayamazsınız. Ayrıca asgari niteliklere ihtiyaç vardır. Bilgi artık şirketlerin en önemli sermayesi haline gelmiştir.
Futbolda tek sayı maçı kazanmanıza yeterken basketbolda sayıya değil çok sayıya ihtiyacınız vardır. Futbolda sayı yaptıktan sonra savunmaya geçebilirsiniz. Basketbolda ise sayı yapmadan savunma yapamazsınız. Eskiden şirketler bir ürün veya fikir ile başarıya ulaşıyorken şimdi yeni ürettiğiniz ürün daha raflara konulmadan geçerliliğini kaybediyor.
Futbolda çok yönlü olmanıza gerek yok. Sadece kendi görevinizi yapmanız ve sizin ile aynı görevi yapan arkadaşlarınıza yardım etmeniz yeterlidir. Basketbolda ise çok yönlü olmak zorundasınız. Savunma ve hücumu takım halinde yapmanız gerekiyor.
Futbolda teknik direktör maç öncesi taktikleri verdikten sonra maç içinde çok fazla müdahale etmez. Oyunun gidişatına göre 1-2 müdahale yeterlidir. Strateji değişikliği çok az olur. Basketbolda ise teknik direktör her saniye oyuna müdahale eder. Aynı dakika içinde bile strateji ve taktik değişliği olur. Çok fazla oyunun içindedir. Basketbolda saliseler bile önemlidir.
Basketbol futbola oranla daha aktiftir. Futbolda oynama süresi ve alan geniş olduğu için oyunu zamana yayarak yavaş oynayabilirsiniz. Ayrıca top sizin alanda değilken çok hareket etmeniz gerekmez. Topu çıkardıktan veya pas verdikten sonra dinlenebilirsiniz. Basketbolda ise oynama süresi ve alan dardır. Fakat pas verirken bile koşmak zorundasınızdır. Rakibinize tepki vermek için süreniz kısıtlıdır. (24 saniyelik hücum suresi) Bu sebeple sarf edilen efor daha fazladır. Alanın dar olması nedeni ile rakibin ve rakiplerin müdahalesi daha çabuktur. Dar alanda oyunu açmak için daha çok beceri gerekir. Bundan 10 yıl 20 yıl önce şirketler geniş müşteri kitlelerine genel ürün ve hizmetler üretirken, şimdi dar müşteri kitlesine daha özel ürün ve hizmetleri üretmesi gerekmektedir.

Neye Talipsin!

Bugün nedendir bilmiyorum, dilimde "Yusuf" ezgileri. Yoksa bende mi Yusuf'umu kaybettim. Zihnim "Yusuf" ile meşgulken aklıma Feridüddin Attar'ın Mantıku't Tayr'dan iki "Yusuf" hikayesi geldi.

Yusuf"un satılacağını duyan tüm halk onu görmek için satıcının yanına gelirler. Zenginler onu satın alabilmek için birbirleriyle yarış halindedir. Yaşlı ve fakir bir kadın eğirdiği 3-5 ipliği kaptığı gibi, soluğu satıcının yanında alır. Satıcıya iplikleri uzatarak “uzun etme al şunları da bana "Yusuf'umu ver” der. Satıcı çıkışır “be kadın! satılanın kim olduğunu bilmiyor musun? O "Yusuf'tur. Zenginler onu satın almak için tüm mülklerini veriyorlar. Sen bu iki yumak iplikle mi "Yusuf'u satın alacaksın!" Yaşlı kadın satıcının kulağına eğilerek “biliyorum "Yusuf"un değeri bu değil, sende onu bana satmazsın. Lakin "Yusuf'a talip olanlar arasında beni de anarlar ya” der.

Kendi kendime sordum ben neye talibim? Bu soruya hem sözel hemde eylemsel, birer cevabımın olması lazım. İkisini bir etmeden vereceğim cevap, çok da anlamlı olmayacak. Ama ikisi arasındaki farktan korktuğum için cevap veremedim kendime. Korktuğumuz için kendimize soramadığımız ne çok sorumuz var. Bugün pekçok şirkette aslında benim yaptığımı yapıyor. Yürüdüğü yol ile gitmek istediği yol arasında fark var. Hedefleri ile eylemleri arasında uçurum var. Üstelik çoğu zamanda bunun farkında ama korktuğu için sormuyor.

Yine Feridüddin Attar'ın bir başka "Yusuf" hikayesi söyledir: Yakup yitiği olan "Yusuf"u o kadar çok anar ki bir gün Allah Cebrail aracılığı ile "bir daha "Yusuf"u anarsan seni peygamberler listesinden sileceğim" der. Yakup artık dilini "Yusuf"tan temizlemiştir. Bir daha adını anmaz. Lakin gönlünden silememiştir. Bir gece rüyasında "Yusuf"unu görür. Onu çağırmak için "Yusuf" diyesi gelir lakin ilahi ikazdan sebep diyemez. Ama gönül söz dinler mi, kavrulmuştur bir kere. Derinden bir ah çeker. Cebrail hemen Yakup'un yanına gelir. "Ey Yakup Allah diyor ki ismini anmadı ama öyle içten bir ah çekti ki hakikatte o tövbesini bozdu!" der.

Bu iki hikayeden kendime çıkardığım sonuçlardan biri şudur. Kimi zaman bizi diri tutması için "Yusuf gibi bir vizyonumuz olacak, kimi zaman ise en büyük zaafımız olduğu için "Yusuf'umuzdan vazgeçeceğiz, ona ulaşabilmek için.

Ad Günü - Niye ki Doğdun!

Şimdi dostlarım, kardeşlerim dediklerinle birlikte pasta yiyorsun. Hep bir ağızdan diyorlar mı, iyi ki doğdun? Şimdi herkes en güzel gülümsemelerini kondurup yüzlerine, senin ne kadar kıymetli olduğunu söylüyordur. Sen harikasın, sen süpersin sanki sen olmasan onlar olmayacak. Başına bir şey gelse kimi bulacaksın? Belki vefalı bir, bilemedin iki dost. Onlarda mezara kadar. Sonra hayatlarında hiç sen olmamışsın gibi, yaşamaya devam edecekler. Belki arada bir ahlar eşliğinde ismin geçecek.

Ya sonra, sonrası yok. Hepsi bu. En vefalısı bile seni unutacak. Canım diyen annen bile seni unutacak. Kendisinden başkasını hatırlamadığı gün* aklının ucundan bile geçmeyeceksin. Bir tek rabbin hatırlayacak seni. Seni var ederek seni değerli kılan rabbin. Kendinde kıymetli gördüklerini sana veren rabbin.** O yüzden unut kendini. Hatırla Rabbini! Seni yoktan var edeni.

Rabbinden sonra da anneni hatırla. Hani yıllar yıllar önce, senin doğman için bin bir sıkıntı çeken anneni. Dokuz ay seni karnında taşıyan yemeyip yediren, giymeyip giydiren anneni. Ondan bir iltifat, bir hediye bekleme. Sımsıkı sarıl, canına sar onu. Çünkü bunları yapması gereken sensin.

Evet, hakkındır layık bir şekilde övülmeye. Ama esas sen, bunları hatırla. Bugün varlık elbisesine büründüğün gün değil, rabbin seni daha önce var etmişti. Seni bir alaktan yaratan rabbini unutma. Unutma alaktan öncede seni var edeni. Oysa bugün doğum günüm dediğinde, bütün bakışlarını kendine çeviriyorsun. Unutuyorsun her şeyi Rabbini, senin için bin bir sıkıntıya katlanan anneni ve de ölmek için doğduğunu.

O yüzden unutma niye ki doğdun? Bugün pasta kesme günü değil. Bugün eğlence zamanı hiç değil. Bugün düşünme zamanı. Niye ki doğdun?

*Kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar; Annesinden ve babasından, Eşinden ve çocuklarından, O gün, onlardan her birisinin kendine yetecek bir işi vardır. Abese 34-37

** Gecenin ardından gelen sabaha andolsun! Rabbin seni terketmedi ve sana darılmadı da Duha 1-3

Milli Takım Üzerinden Devşirme Yönetim Anlayışının Sorgulanması

Dün milli takımımız beraber kalarak elenmiş. (daha önce 3:0 kaybettiği için) İlk maç sonrası yenilginin faturası Hiddink'e kesildi. Benim düşünceme göre, en az suçlu olan Hiddink'tir. Del Bosque, Aragones, Rijkaard ile olmadığı gibi Hiddink ile de olmayan şey nedir? Hepside başarılı teknik direktörler fakat Türkiye'de başarılı olamadılar. 

Öncelikle milli takım başarısız olunca eleştiriyoruz ama son yıllarda başarılı olan klüp takımlarımız var mı? Oysa milli takımlar klüp takımlarından beslenir. Klüp takımlarını ise klüplerin alt yapıları besler. Böyle bir birini besleyen sistemleri kurmak zorundayız. Yani eski deyim ile devşirme sistemini iyi kurmak zorundayız. Bu sistem düzgün işlemediğinde ciddi sorunlara sebep olur.

İkinci ve önemli sorunumuz baş ile gövde uyuşmazlığı. Ortada bir gerçek var. Aragones ile Fenerbahçe'de olduğu gibi Hiddink ile Milli Takım arasında da baş ile gövde uyuşmazlığı sorunu vardı. Milli takım bugüne kadar sistemli oynarak başarılı olmadı. Daha çok "gaz" ile iş yaptı."Hadi aslanım", "hadi koçum" takımı idik. Oysa Hiddink bunun zıddı bir takımın hocasıdır. Böyle bir takımda iyi bir motivasyoncu ile her zaman başarılı olamazsınızda bazen müthiş başarılar elde edebilirsiniz. Öyle zamanlarda destan yazarsınızki herkesi hayran bırakırsınız.

Baş ile gövde uyuşmazlığınız varsa ikisinden birini seçmek zorundasınız. Oysa biz ikisinden de vazgeçemedik. Mustafa Özel’in dediği gibi strateji vazgeçmeyi bilmektir. Ya takımı seçim ona göre hoca getirecektik. (Abdullah Avcı gibi) Bu seçim, sistem yoksa günü kurtarır (Dünya ve Avrupa 3.'sü olursun) ama geleceği karartır. (bir sonraki turnuvaları es geçip sonra ben nerde hata yaptım nakaratını tekrar ederiz) Ya da sistemi kuracak hoca getirirsin takımı o kurar.*  Bu uzun soluklu ve sancılı bir süreç olduğu için pek tercih edilmez. Sonrasında tekrar tekrar aynı konuları konuşmaya devam ederiz.

Sözlerimi yönetim konusunada yönelik olan Hiddink'in sözleri ile bitiriyorum. “Yıldızlarla çalışmak zor değildir. Asıl zor olan, yetenekleri kısıtlı olmasına rağmen kendisini yıldız zanneden futbolcularla çalışmaktır.”

Afilli bir başlık attın ama konuya girmedin derseniz onu da size bıraktım :) Yukarıda söylediklerimi şirketler içinde söyleyebiliriz. Bazen personel alımları ile bazen de yönetici alımları ile yapılarda önemli değişiklikler yapılıyor. Oysa sistem en başında iyi kurgulanmalıdır. Bir firmaya 50. çalışan olarak işe başladım. Şirketin personel sayısı 150 kişiye çıktığında bambaşka bir şirket olmuştu. (sonra yöneticiler değişti) Bir başka çalıştığım şirkette ise yeni genel müdür ile tüm yapı değişti. Bana göre iki şirkette de ciddi yanlışlar yapıldı.

*Bizde takımları yöneticiler kurar sonra takımın başına teknik direktörler atanır. Başarısız olunca hemen işine son verilip pazardan yeni bir teknik direktör alınır.